Nakşibendî tarikatının Hâlidî kolundan gelen silsilede ki son halkalardan bir halka.
Fâtih Çarşamba’da ki (İstanbul) İsmet Efendi Dergâhının postnişini (şeyhi).
Ali Haydar Efendi Hazretleri 1870 (Hicri 1288) yılında Batum’un Ahıska kazasında doğmuştur. Babası Molla Şerif Efendidir. Henüz iki yaşındayken annesini dört yaşındayken de babasını kaybetmiştir. Halk arasında Ahıskalı Ali Haydar Efendi olarak meşhurdur.
Ömrünü İslâm dînini öğrenmeye ve öğretmeye veren Ali Haydar Efendi Kur’ân-ı Kerîmi çok okur talebelerine ve sevenlerine nefse güvenmemeyi telkin ederek nasihatlerde bulunurdu. Dînî hizmetlere, emr-i bi’l-marûfa büyük ehemmiyet (önem) verirdi ve “Din-i mübin-i İslam’ın devam ve bekası (kalıcılığı) emr-i bi’l-marûf ve nehy-i anil münker’in (Allah’ın emirlerini anlatmaya ve yasaklarından sakındırmaya çalışmanın) devamına; din-i mübin-i İslam’ın inkirazı (yıkılması) emr-i bi’l-marûf ve nehy-i anil münker’in terkine bağlıdır.” derdi. Dînî ilimlere vâkıf olan Ali Haydar Efendi kuvvetli hitâbetiyle dinleyenleri tesir altında bırakırdı.
Ayrıca Ali Haydar Efendi ömrünün son on yılını Bandırmada medfun olan (mezarı olan) şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendinin manada kendisine işaret ettiği Mahmud Efendi’yi yetiştirmekle geçirmiştir. Ali Haydar Efendi zamanın şartlarına göre dînî konuları anlatmak hâricinde sessiz bir hayat yaşamıştır.
Vefâtından evvel Şeyh İsmet Efendi dergâhının yakınında bulunan evinde komaya girerek on gün bitkisel hayat sürmüş 1 Ağustos 1960 (Hicri 1380) günü yarı beline kadar doğrulup “Allah” diyerek rûhunu teslim etmiştir. Cenâzesini Mahmud Efendi, Mehmed Zâhid Kotku Efendi ve Ramazanoğlu Sami Efendi yıkamıştır. Ramazanoğlu Sâmi Efendi tarafından Yavuz Selîm Câmiinde kıldırılan cenâze namazından sonra Sakızağacı kabristanına defnedilmiştir.
İlim Tahsil Hayatı
Ali Haydar Efendi ilk tahsilini 1894 yılına kadar memleketinde yapmıştır. Bölgede cereyan eden Rus zulmünden dolayı (Şeyh Şamil ve beraberinde ki Kafkas müslümanlarının direnişlerinde) bir çok müderris ve şeyh efendi şehit olduğundan tekke ve medreseler boş kalmış bundan dolayı da eğitim verilememiştir. Ali Haydar Efendi ilim tahsiline devam edebilmek için Erzuruma geçerek orada Bakırcı Medresesine kaydolmuş bir süre ders aldıktan sonra İstanbul’a gidip Fâtih Câmiinde İslamî ilimleri öğrenmeye devam etmiştir. Burdaki tahsilini 1901 yılında tamamlayarak Bâyezîd dersiâmlarından (hocaefendilerinden) Çarşambalı Hoca Ahmet Hamdi Efendi’den umumi (genel) icazetname (mezuniyet belgesi) almıştır. Buradaki medrese arkadaşlarının en meşhuru İskilipli Muhammed Atıf Efendidir.
Ali Haydar Efendi bir yandan hocasının derslerine devam ederken diğer yandan da kâdı yetiştiren Medresetü’l-Kudât’a / Mekteb-i Nüvvâb’a (dini mahkemelere hâkim yetiştirmek üzere şeyhülislâmlığa bağlı olarak kurulan hukuk medresesine) gitmiş ve buradan 1906 yılında mezun olmuştur. Sonrasında yapılan imtihanları (sınavları) kazanarak Fâtih Câmiinde talebe okutmaya başlamıştır. Böylelikle adını Fâtih dersiâmları arasına yazdırmıştır.
1909 yılında Fetvahâne’de fetva yazmakla vazifelendirilen Ali Haydar Efendi daha sonra Sahn-ı Seman Medreseleri (İstanbul’un fethinden sonra kurulan eğitim kurumları arasında en üst düzeyde eğitim veren yükseköğrenim kurumunda) fıkıh müderrisliğine (hocaefendiliğine) tâyin edilmiştir.
Ali Haydar Efendi’nin Müderrislik Hayatı (İlmiye Salnamesi’ndeki kayıtlara göre)
1325 yılında Sadi Bey Medresesi üçüncü müderrisliğine getirilen Ali Haydar Efendi bundan sonra sırasıyla;
- Dâru’l-Hilafet-i Aliyye Medresesi kısm-ı Âli Fıkıh Müderrisliği (yüksek seviyeli İslam hukuku öğretimi yapan, profesörlük),
- Fetvahâne Müsevvitliği (fetva yazım sürecinin teknik ve hazırlayıcı aşaması, fetva taslağı yazan kişi),
- Heyet-i İtfaiyye Reisliği (yangınla mücadele teşkilatının (itfaiyenin) başkanlığı),
- Sahn Medresesi Müderrisliği görevlerinde bulundu.
1334’ten 1337 yılına kadar ve bilahare (sonraları) 1340-1341 yıllarında da huzur derslerine “muhatap” ve “baş muhatap” olarak iştirak etti. (eşlik etti)
1915 yılında şeyhülislâmlıkta yeni kurulan Te’lif-i Mesâil Heyeti (Fetvahâne’ye bağlı olarak fıkhî meseleleri derleyen, düzenleyen ve uzlaştıran kurulun) reisliğine (başkanlığına) tâyin edildi (atandı). Bu görevi esnâsında Mecelle’yi (Osmanlı devletinde uygulanmak üzere hazırlanmış ilk resmî ve sistemli İslam hukuku kanununu) ikmâl (bütünleme) için kurulan komisyonda vazîfe alarak iki sene boyunca Mecelle’nin Kitâbü’l-Büyû’ (alışveriş kitabı) ve Kitabü’l-İcâre (kiralayan ve kiraya veren arasındaki ilişkiler) bölümlerinin hazırlanmasında katkıda bulundu. Bu vazîfesine Birinci Dünyâ Harbi boyunca devam etti.
Ali Haydar Efendi 1916 yılından îtibâren her ramazan ayında huzur dersleri baş muhâtaplığı (pâdişâh huzûrunda yapılan ilmî ders ve sohbet toplantıları) görevine de ayrıca devam etti. Bu vazîfesi pâdişâhlığın kaldırılmasıyla 1923 yılında son buldu.
Dört pâdişâhın zamanında bilfiil (bizzat) vazîfe yapmış olan ve bilhassa (özellikle) Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın iltifatlarına kavuşan Ali Haydar Efendi, Cumhûriyet devri boyunca da dînî tedrisât (dinî eğitim ve öğretim) ile meşgul olmuştur.
Ayrıca tekke ve zâviyelerin (tekkeye benzer yapıların) kapatılmasından sonra Türkiye’de kurulan yeni idâreye karşı olduğu öne sürüldü. Bandırma’da ki damadına satılmak üzere Merhum Atıf Hoca’nın “Frenk Mukallitliği (Taklitçiliği) ve Şapka” adlı eserinden 100 adet kadar göndermesi sebebiyle tutuklandı. Bunun üzerine 1926’da İstiklal mahkemesinde yargılandı. İskilipli Atıf Hoca, Tahir Mevlevî gibi o devrin büyükleriyle hapiste kaldı. Birçok âlim hakkında idam kararı verilmesine rağmen kendisine manada kurtuluş işareti verildi. Allah’ın hikmeti ve inayeti (yardımı ve lütfu) ile 31 Ocak 1926 günü mahkeme yapılıp daha sonra ders şeriki (ortağı) İskilipli Atıf Efendi ile yüzleştirilen Ali Haydar Efendi 3 Şubat 1926’da beraat etti. Velakin bundan sonra yirmi beş yıl kadar göz hapsinde tutulmuştur.
Şeyhülislâmlığın kaldırılması, tekke ve zâviyelerin de kapatılmasıyla açıkta kalmış ve sâdece dersiâm maaşı ile (hocalık maaşı ile) iktifâ etmiş (yetinmiş), Cebecibaşı Mahallesinde bulunan Şeyh İsmet Efendi dergâhında ikâmet etmiştir (kalmıştır).
Bezzâz Ali Rızâ Efendi (k.s) Hazretlerine İntisâbı
Ali Haydar Efendi ilk başlarda tasavvuf ve tarikata karşı çok mesafeliydi. Te’lifi Mesail Heyeti reisliğine (Fetvahane’ye bağlı olarak islam hukuku ile ilgili meseleleri derleyip düzenleyen ve birleştiren heyetin başkanlığına) atandığı dönemlerde ilmî birikimin çağın hukuki problemlerini çözmeye malik olduğu kanaati (yettiği düşüncesi), Meşihat-ı İslamiyye (şeyhülislâmlık makamı) tarafından tasdik ediliyordu (kabul ediliyordu). Ali Haydar Efendi bu kanaatin etkili olduğu bir Ramazan ayında Bandırma Merkez Camii’nde halka vaazlar veriyorken bu vaazlarında, şeriat’a muhalif olanlardan, müslümanları istila etmiş olan bid’at ve hurafelerden bahsederek bunların yayılmasında etkisi olduğunu düşündüğü tekkelerin, tasavvuf ve tarikat ehlinin aleyhinde konuşuyordu.
Bir gün sabah namazında kürsüye çıkarak; “Burada Bezzâz Ali Rızâ Efendi var. Şöyle yapar, böyle yapar” diye aleyhinde konuşunca orada dinleyen cemaat bu duruma üzülerek hayal kırıklığına uğradı. O sırada cemâatin içinde olan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin talebelerinden Börekçi Hasan Efendi namazdan sonra hocasının yanına giderek durumu kendisine anlattı. Bezzâz Ali Rızâ Efendi Börekçi Hasan Efendiye; “Hiç merak etme, çok yakında bizim yanımıza gelecek” cevabını verdi. Çok geçmeden Ali Haydar Efendinin gönlüne bir ateş düştü. Vaazda söylediği sözlerden pişman oldu. Pazar yerinde bez satan Bezzâz Ali Rızâ Efendinin yanına giderek söylediklerinden pişmanlık duyduğunu bildirip evlatlığa kabul etmesini istedi. Bezzâz Ali Rızâ Efendi kolundan tutarak sırtını okşadı ve kendisine “İstanbul’da Hacı Ahmed Efendi var, ona git.” dedi.
Ali Haydar Efendi İstanbul’a giderek bu zatı (kimseyi) buldu fakat o da kendisini Topkapı’da bulunan Maşlaklı Ali Efendi denilen başka bir zata yönlendirdi. Maşlaklı Ali Efendinin sözleri Ali Haydar Efendiye çok tesir etti ve mana aleminde kendisinde bir takım değişiklikler olduğunu hissetti. Ali Haydar Efendi bu hal üzere Bezzâz Ali Rızâ Efendi Hazretlerine talebe olup sohbet ve derslerine katıldı. Tasavvuf ve manevi yolda sürekli ilerledi.
Şeyhinin işaretiyle 1914 yılında Şeyh İsmet Efendi Dergahı postnişinline (tekkenin şeyhliğine) müridan (tekke cemaati) tarafından seçildi. Vakıf şartı gereğince seçim mazbatası mühürlerek Meclis-i Meşayıh’a teslim edildi. (Tekkeleri denetlemek ve idarî işlerine bakmak üzere şeyhülislâmlığa bağlı olarak kurulan müesseseye teslim edildi.). Fakat iktidarda olan İttihat ve Terakki hükümeti onun bu vazîfeye getirilmesine mâni (engel) oldu. Usulsüz olan bu uygulama dergâh mensupları arasında huzursuzluğa yol açtı. Ali Haydar Efendinin postnişinliğine mâni olmakla ilgili usulsüz uygulama Hâfız Halil Sâmi Efendi tarafından dilekçe yazılarak saraya intikâl ettirildi (ulaştırıldı). Nihâyet 1919 yılında Ali Haydar Efendinin postnişinliği pâdişâh tarafından tasdik edilerek vazîfesi kendisine iâde edildi. Bu vazîfe tekke ve zâviyeler kapanıncaya kadar devâm etti.
Hakkında Yapılan Hatıra ve Beyanlar
Ali Haydar Efendi Hazretleri’ne dair oğulları ile Mahmud Efendi Hazretleri’nin aktardığı kıymetli hatıra ve beyanlar şöyledir:
Oğlu Hâlid Gürbüzler babası Ali Haydar Efendi için şunları söylemektedir:
“Babam kimseyle kötü olmamamızı söylerdi. Oturalım, çaylar kahveler içelim demez devamlı ilimle meşgul olurdu. Erzurum’dan Alvarlı Mehmed Efendi, Ramazanoğlu Sâmi Efendi sık sık ziyaretine gelirlerdi. Hasib Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Efendi de gelirlerdi. Devrin bütün âlimleri ziyâretine gelir sohbet ederlerdi.”
Din ve devlet hizmeti görenlere büyük kıymet veren Ahıskalı Ali Haydar Efendi talebelerinin ve sevenlerinin ilmî yönden daha ileri olmalarını ister; “Sulbümden (sülâlemden) değil yolumdan gelen benim evladımdır.” derdi. Kendisi ilmî mütâlaayı hiç bırakmazdı. (İlmi konularda derinlemesine inceleme ve düşünmeyi hiç bırakmazdı.) Zevcesi (eşi) Hanife Hanıma; “Hanife, Hanife yeni bir câhilliğimi daha gördüm. Yeni bir şey daha öğrendim.” derdi. Kendi tahsilinin (öğrenim süresinin) kısa olduğundan bahsederek; “Benim tahsil müddetim beş senedir.” derdi.
Sert mizaçlı bir insandı. İbâdete çok düşkündü. Geniş çaplı düşünür, müslümanların idaresi hakkında ihlaslı ve temiz insanların söz sâhibi olmasını milletin ve devletin devamını isterdi.
Küçük oğlu Behâeddîn Gürbüzler babası Ali Haydar Efendi için şunları söylemektedir:
İlim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslâmiyeti anlatmakla meşgul olurdu. Siyâsetle meşgul olmazdı. Hatta İttihat ve Terakki fırkasına girmesi için Hüseyin Câhit ve Talat Paşa tarafından teklifte bulunulmasına rağmen tekliflerini kabul etmemişti. Talebelerine siyasetten uzak durmalarını tavsiye ederdi.
Mahmud Efendi Hazretleri şeyhi Ali Haydar Efendi’den şöyle naklediyor:
Efendi babam buyurdu ki: “Mahmud’un elinden tutan benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; Bu fakirin elinden tutan Ali Rıza Bezzaz hazretlerinin elinden tutmuş olur. Böylece halka halka silsile tâ Peygamber efendimize dayanır. İşte buna Sahih Yed (bir mürşidin kendi şeyhi ve onun şeyhinden Peygamber Efendimize (s.a.s) kadar arada hiç bir kesiklik, kopukluk, boşluk olmaksızın elden ele bağın oluşmuş olması) diyoruz.”
Kaynakça
1) Ali Haydar Efendi (k.s) Vefatı – ismailaga.org.tr
* Bu sayfadaki içerik ilgili sayfadan yararlanılarak özgün şekilde düzenlenmiştir.
